Ulusal Şizofreni

#apiscanberk


Travma sonrası çağdayız, hem de öyle ben-sen-o değil, hep birlikte, hepimiz tabiyiz bu çağa. Bakış açılarımız bazı kalıplar ile çevrili; müslümanız, devrimciyiz, sadakat sahibiyiz.. ama hepsinden önce ya da sonra mutlaka Çerkesiz. Mesela; Müslüman Çerkesiz, Devrimci Çerkesiz, Sadık Çerkesiz. Ama illa Çerkesiz, biri çıkıp Çerkesler olarak Bir şey yapsa, “kim verdi ona bu yetkiyi” diyebilecek kadar Çerkesiz. Biri gidip biriyle görüşse Çerkes olarak “o kim ki” diyecek kadar Çerkesiz. Evimizde televizyon izlerken, bilgisayarda, sokakta, okulda, camide, dernekte, partide.. hep Çerkesiz. Çerkesiz çünkü; annemiz-babamız, atamız Çerkes, Çerkesiz çünkü; 1864 yılında kaybettiğimiz savaşla, yaşadığımız soykırımla yurdunu terk eden Çerkesya halkının kopuntusuyuz.
Çerkes olduğumuzu söylerken göğsü çatlarcasına kabaran, beli kırılırcasına dikleşen, bakışları sertleşen, duyguları depreşen insanlarımız var, hani o soykırımı hatırlayacağı bir konu geçtiğinde, lafı olduğunda gözlerinin önüne bir Rus gelse, gözlerinin ateşiyle yakacağı kadar öfke dolan Çerkeslerimiz de var. Çerkesliğini bir tek düğünde hatırlayan, hayatın ekonomik akışında savrulmuş Çerkeslerimiz de yok değil. Acayip bir Çerkes karmaşası var açıkçası.. Abhaz Çerkesleri, Oset Çerkesleri, İnguş ve hatta Karaçay Çerkesleri var. Zorlasak inanıyorum ki Çerkes İnsanlığı, Homosapienscauscaslık filan bile çıkaracağız. Çünkü çok önemli bu, Çerkes olan cennete gider, Çerkes olan zengin olur, Çerkes olan devrim yapar, Çerkes olan bla bla bla... Çerkesler olarak; 1864 yılında kaybettiğimiz savaştan sonra, Devleti Aliye Sultanı olan Halife'nin bize kucak açtığını ve en iyi yerlerde bize topraklar verdiğini söyleyen, Kurtuluş Savaşında en ön cephede savaştığımızı, kurucu unsurlardan olduğumuzu söyleyen, Necdetler, Mustafalar, Yusuflar, Suphiler, hatta Mahirler Çerkesdi, yolları devrimdi diyen Çerkeslerin devrimci olduğunu söyleyen, Atatürk'ün samsuna çıkarken yanında bulunan herkes Çerkes'di, Çerkesler Atatürkçüdür diyen Çerkesler var. Çerkesleri abarta abarta, oraya-buraya sıkıştıra sıkıştıra, hep başkası yapa yapa; kendisine yabancılaştırdılar. Çerkeslik; farklı bakış açılarına göre, aklın mantığını muazzam bir şekilde zorladı ve ulusun diasporası için ulusal şizofreniye dönüştü. Açıkçası 1864 öncesiyle ilgili, Çerkesler için sürekli birşeyler söyleyen kimseler ne biliyor, orasından emin değilim, 1864 sonrası herkesin bildiği farklı şeyler var. Fakat Çerkes halkı, 1864 yılında gökten zembille inmediğine göre, bu halkı kendi varlığına bürüyen ve bugün yabancılaştığı bir tarihi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ulusal Travma soykırım ve sürgünle tetiklenmiş olsa bile, 150 yıldır bu istikamette ilerlemedi. Sürgün ve soykırım sonrası gidilen coğrafyaların etnik siyasi girişimleri Travmayı derinleştirdi ve kendi tarihi bilgisinden gittikçe uzaklaşan ve tarihini sadece mitlere dayandıran Çerkes halkı için bütünlüğü inkar eden bir kaos başladı. Bu kaos onlarca yıl süregeldi, kaosa itiraz hep olsada, itiraza tutunuş yine coğrafyanın siyasal baskılarından ötürü mümkün olamadı, zira diasporanın kısa tarihine bakıldığında bu kaosu yarma girişimlerinde bulunan ya da kaosu yarma düşüncesini tetikleyecek girişimlerde bulunan Çerkes halkının bazı evlatlarının nasıl da cinayetlere kurban gittiğini görebiliyoruz. 90 yıllık cumhuriyet, her halkı kapsayan ve her dönemde bulunan asimilasyon politikaları, bölge halkları lehine gelişen siyasal akımlarla gelen darbeler, resmi tarihin akıl çöplüğü, cinayetler, faili meçhuller, gözaltında kayıplar... Bunlar bizim dışında kaldığımız şeyler miydi? Tam içinde, iliğimize kadar dayanan ve bizi sindiren şeyler değil miydi? Diasporanın ulusal bilincindeki kaosu sürdüren, bu sinme, bu aydın zümrelerinin yok edilişi/susturuluşu değil miydi? Hepimizi, kendi kulvarının en radikal Çerkesi yapıp, başka kulvarlara karşı düşmanca yaklaştıran şey değil miydi bunun sonucu. Peki, diasporanın kendi tarihinde eksik kalan, tüm çevrede gelişen olaylara karşı tepki koyup, bir etki yaratamadığı şey neydi? Neydi bu kaosu halkımızın üzerinde muzaffer kılan, diline, kültürüne doğan yaşam güneşini batıran? Neydi tatmin olunan, korkulan? Ulusal şizofreni, varlığını Türkiye'deki kentleşme politikaları ile oraya çıkardı. Sürgünle gelinmiş coğrafyalarda zaten yurtlarından zorla sürülmüş, açlık ve sefalet içinde bulunan ve ciddi bir Travma yaşamış bu halk için, bu topraklarda da ulusal anlamda güzel günler yoktu. Zamanın iktidarı da bu halkı tüm sosyal ilişkilerinden ve birliğinden ayıran, kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanmak üzere bir kadere sürüklüyordu. Anayurdumuzdan kopuntuyduk, diasporada birbirimizden de kopuntuyduk. Zamane iktidar zihniyetinin çeşitli politikalar ile kolonize ettiği yerlerde; kah Ermenilerle, kah Araplarla, kah Kürtlerle, kah Ruslarla, Yunanlarla, Fransızlarla hiçbir ilgimizin olmadığı savaşlarda sıra neferi olacağımız günleri bekliyorduk. Altımıza at, elimize silah verilecek günler hızla geldi. Taraflar; anlaşmazlıklarını ilan edip kendi ulusal çıkarlarının savaşını vermeye başladılar. Araplar, Ermeniler, Yunanlar, Türkler, Kürtler vs. hepsi ulusal çıkarları gereği vermesi gereken mücadeleye sarıldılar, işte o gün Çerkesler, kendilerinin hiçbir ulusal düşünce üretmedikleri bir savaşın içinde; kimileri için katil, kimileri için kahraman oldular. Kendilerini kahraman ilan edenlerde, katil ilan edenlerde bu savaşların sonunda kendi ulusal politikaları ile giriştikleri savaştaki durumlarına göre, çıkarlarının uyuşabildiği antlaşmalarla paylalarına düşenleri aldılar. Tarihe kendi savaşlarını yazdılar. Hiçbir taraf; Çerkesler için önemli olan birşeyi dinlemedi. Dil, yurt, kültür, hak, adalet.. Tarafların hepsi, kendi ulusal stratejilerine ters düşmediği müddetçe Çerkeslere misyonlar biçti. Çerkesler “asil” “vatansever” “kahraman” oluyorlardı. Bazen “hain”de oluyorlardı. Fakat her ne olurlarsa olsunlar, kendi yurtlarından, kendi tarihlerinden ve kendi uluslarından hızlıca kopuyor ve yok oluyorlardı. Türkiye Devletinde, baskın ulus ideolojisi katı bir asimilasyon programı oluşturdu. Aydınlar, yazarlar, biliminsanları yetiştirecek eğitim kurumları ile bunu bölgedeki tüm halklara dayadı. Bugün, yaşayan tarihin içinden gördüklerimizle çok net ifade edebiliriz ki; Asimilasyon, Çerkeslerin diyasporada kolonize sayılabilecği köylere bile eğitim ile girdi, ciddi ve katı bir program ile okullardan evlere bile etkisini sürdürdü. Çerkeslerden seçtikleri köy öğretmenler, Çerkes çocuklara Çerkesce konuşulmaması için baskılar bile yaptı. Zamane çocuklarının anılarında; bu çocuklar aracılığı ile evde bile Çerkesçe konuşulmasının engellenmeye çalışıldığı anlatıldı. Fakat bunların içinde, fiziksel etkisi görünmeyen ama etkisi en tehlikeli olunan şey ise; toplumun entelejansiyasını oluşturacak zümrelerin üzerinden gidiyordu. Belki köylerde Çerkesce konuşulmaya devam etti, fakat okuyacak olan, bilgiye erişecek, donanımı artacak olan, eğitimli zümrelerin büyük çoğunluğu dilinden, kültüründen uzaklaştı. Nihayetinde okuyan zümreler, gelişen dünyada köylerine de sığamaz oldular. Köylerdeki dar ekonomi ve yaşam alanı, tahsilli insanları köylerden uzaklaştırmaya ve kentlere itmeye başladı. Kentler ise ekonomik karmaşanın içinde, asimilasyon yatağının en kuvvetli olduğu yerlerdi. Hatta o dereceki, baskın ulus üzerinde bile; üretim-tüketim toplumu olarak kültürel asimilasyon uyguluyordu. Tüketim toplumu, kentte artan ihtiyaçlarını karşılamak için sadece geniş kültüründen değil, kişisel ahlakından bile tavizler verdiyordu. Kentleşme, yarı-politik ve tam ekonomik bir dayatma olarak; bu coğrafyada köylerde kolonize olmuş tüm halkları ciddi bir tehlikeye soktu. Çünkü köylerde, kentlere kıyasla yaşam alanları çok dardı, açıkça ifade etmek gerekirse varlıklı bir köylü bile, orta sınıf bir kentliye göre daha sefil bir yaşam sürüyor diyebiliriz. Yani, ya köylerinde kalıp; herşeyin gerisinde olacaklardı ya da kentleşeceklerdi. Eğitim alan kişiler, kenti görüyor, duyuyor, tanıyor ve oranın parlak yaşamına özeniyordu, zamanla okuyanlar, okumayanlardan daha çok oldu, okuyanalar kentleştikçe, köyler boşaldı ve köyler boşaldıkça asimilasyon derinlere nüfuz etmeye başladı. Böylece kolonize bir şekilde yaşamanında sağladığı küçük avantajlar yitirildi. Köylerdeki küçük avantajlar ise; Çerkes kültürünü sosyal olarak sürdürebilmek, dil konuşabilmekti ve belki sözlü tarihin taşıdığı tarihsel gerçeklikler de barındırıyordu. Fakat; kolonize kültürlerin yaşayamayacağı çağlarda değil miydik? Köyde, sıkışıp kalmaya yönelmek bizi kendini geliştirebilen, dilini koruyabilen, kültürünü yaşayabilen Çerkesler olarak daimi mi kılacaktır? Sürgünden sonra planlanan yerleşimlere göre bakıldığında, küçük köylerde büyük bir ulusal bilinç yaratamayacağımız açık, iletişim çağında olsak bile; kentleşmenin ekonomik ve psikolojik baskısı gözardı edilemeyecek kadar yoğun ve gerçek değil mi? Hayaller ve temenniler ile gerçeği görmezden gelerek hiçbir şey kazanamayız. Gerçek; soğuk, katı ve ağır. Bu gerçeği anlamak ve bu gerçek etrafında düşünmek zorundayız. Ulusal bilinç, tarihe kök salmış somut varlığımızı kavramış ve bunu kabul edebilen, köylerde ve kentlerde kendini bu bilinç getirecek örgütlenmeyi zorunlu kılıyor. Yani, diyasporanın önce tarihini bilmesi ve bu tarihin delilleriyle kendi kadim varlığını en başta Çerkes bireylerine, sonra diğer halklara anlatması ve kabul ettirmesi gerekir. Ulusal kaos; eşitlik, özgürlük, adalet gibi tüm taleplerin de önünde büyük bir engel olmakla birlikte, Xeku, Xabze ve Bze içinde çok büyük bir yaradır. Kendi yurdunu, tarihini, dilini, kültürünü kavrayamamış bir halktan, kendi tarihsel varlığını oluşturan bütün özneleri ciddi bir tehlikedeyken, Xeku tarihi unutulmuş, Adığebze yok oluyorken, Xabze paramparçayken, sanki kendine özgü bu özellikleri ve gerçeklikleri muazzam bir şekilde korunuyor gibi; halkı adına, kendini yok eden şeyler dışında radikalize olmuş örgütlerin birbirleriyle mücadele yürütmesi; diyasporamızın ulusal şizofrenisi sonucudur. Dediğim gibi; 1864 öncesi tarihsel varlığı hakkında hiçbir şey bilmeyen, 1864 sonrası kendisine öğretilen farklı şeylere saplanıp kalmış bu duruma derhal bir çözüm bulmalıyız. Ulusal şizofrenimize bir son verip, içine gittikçe battığımız yok oluşu yarmalıyız, varlığımızı güçlendirecek çözümler üretmeliyiz. Farklılaştığımız yerleri, kendi özgün zeminlerinde yaşayabiliyorken; Çerkesliğe iliştirmemiz bu ulusal şizofreniyi derinleştirmekten ötesi olmayacaktır. Bizler, aynı olduğumuz yer olan “Çerkesliğin” içinde bulunduğu tehlikeyi görüp, bu tehlikeye karşı ortak bir mücadele vermek zorundayız. Eğer Türkiye diyasporasında Çerkeslik, bizi ortaklaştıramazsa, ulusal şizofrenin sonucu ne yazık ki halkımızın bu topraklardaki kopuntusunun yok oluşu olacaktır. Çerkes Diyasporasının yok olmamak için, yurduyla bağa, dile ve kültüre ihtiyacı var. Oysa ne devrimin, ne islamın ne de türklüğün Çerkeslere ihtiyacı yoktur. Çerkesler olarak ulusal bilince erişip, tarihsel varlığımızı anladıktan sonra; ulusumuzun refahı, ekonomisi, özgürlüğü, inancı üzerine mutlaka tartışamar çıkabilir. Fakat bir kimlik olarak netleşemedikten sonra, o kimliğe iliştirdiğimiz tüm kavramlar boş kalıyor, boş kalmakla kalmıyor, yarım kalmış Çerkesliğimizi de içinde eritiyor.

Share:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Çerkesçe

Translate

Çerkesler

Çerkesya

Çerkesya ya da Çerkezistan (Çerkesçe: Адыгэ Хэку,[1] Rusça: Черке́сия, Gürcüce: ჩერქეზეთი, Arapça: شيركاسيا[2]), Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzeydoğu kıyısında yer alan bir bölge ve tarihsel bir ülkedir. Bu Çerkes halkının vatanıdır.

Etiketler